5 Ağustos 2012 Pazar

 Başka Bir Deneme Daha / Bu da Adsız

Gecenin bir yarısı, içinizdeki o küçük çocuk sizi uyutmaz. Size sorular sormaya başlar ve bir anda beyniniz "neden?"ler ve bu "neden?"lere verilen "cevap"lar (?) ile dolup taşmaya başlar. Uyumak için bütün o soruları cevaplamaya çalışırsınız. Fakat her cevap sizi daha derin başka bir soruya doğru yöneltir. O gününüzü düşünürsünüz, o haftanızı, o ayınzı, en sonunda bütün hayatınızı. Hatta ölümünüze kadar herşeyi sırayla düşünürsünüz. Sonra boşlukları doldurmak için ve hala cevaplayamadığınız soruları yanıtlayabilmek için, bir yerlerdeki o küçük ipuçlarını yakalayabilmek için herhangi bir yere geri dönersiniz. Sonra oradan başka bir yere ve oradan da bambaşka bir yere. O kadar çok zıplarsınız ki en sonunda beyninizin içinde, doğum ve ölüm arasında bir yerlerde kaybolursunuz. Size garanti ederim ki işte tam da o kaybolduğunuz nokta her zaman soğuk ve karanlıktır! Yapayalnızsınızdır beyninizin içinde. O an hiç kimse ve hiçbir şey size yardım edemez. Tam da kızgın bir savaşın ortasında bir anda çevredeki bütün askerler yok olmuştur o anda. Gecenin bir yarısı göz alabildiğince dört yana uzanan o devasa savaş meydanında tek başınıza kalmışsınızdır. Yerlere bakınırsınız, önce bir kaç işe yaramaz silah parçasını, sonra da çoktan ölmüş dost ve düşman askerlerini görürsünüz. Hiçbiri artık sizinle konuşamazlar. Hiçbiri önünüze çıkamaz artık. Bir düşmanın ölü gözlerinden içeri bakarsınız, size tepki veremez... İstersiniz ki ayaklansın sizinle boğuşmaya başlasın; olmaz o ömüştür artık. Sizinle boğuşsun, sizi yenmeye and içsin istersiniz çünkü bir düşman yaşamak için, güçlü olmak için ne de güzel bir sebeptir. Hayır, o savaş meydanında artık yapayalnızsınızdır. Yataktan kalkarsınız, evin içinde bir şeyler ararsınız boşuna. Dolabı açarsınız, yere oturursunuz... İçinizdeki o boşluğu o an doldurmak için masalardan, sandalyelerden yardım dilenirsiniz. İşte o anlarda bu lanet mobilyalar hep çok kibirlidir. Size dönüp bakmazlar bile. Sanki sizi bütün o evden soyutlarlar, kendi evlerinde bir yabancıymışsınız gibi bakarlar size. Yalnızlığı kalbinizde iyice hissetmeye başlarsınız. O güzelim sımsıcak uykunun düşüncesi çoktan beyninizden uçup gitmiştir. Kanepeye çöker aptal gibi kapalı televizyona bakarsınız. Görmek istediklerinizi görmeye çalışırsınız boş ekranda. Ne görmek istediğinizi düşünemezsiniz, düşünseniz de karar veremezsiniz çünkü hiçbir şey, hiçbir zaman gerçekten sizin istediğiniz gibi olmaz. Bunu çok sorgulamaya gerek yok ki! Hiçbir şey hiçbir zaman hiç kimsenin istediği gibi olmaz. Bu "hiçkimse fenomeni" o kadar iyi kurgulanmıştır ki saat gibi tıkır tıkır işler. Bu yüzden kaygılanmaya gerek yoktur. Hiçbir şey tam da istediğiniz gibi olmaz, olamaz. Bunları düşünürken gözlerinizi ovuşturur, ağırlaşan kafanızı kanepenin üst kısmına yaslarsınız. Biyolojik sınırlarınız sizi bütün yalnızlığınızdan, hem de size hiç haber bile vermeden kurtarmıştır. En son ne düşündüğünüzü hatırlayamadan uyur gidersiniz. Zaten uyku da bunun için değil mi: İnsan düşünürken acı içerisinde ölüp gitmesin diye?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder