Başka Bir Deneme Daha / Bu da Adsız
Gecenin bir yarısı, içinizdeki o küçük çocuk sizi uyutmaz. Size sorular
sormaya başlar ve bir anda beyniniz "neden?"ler ve bu "neden?"lere
verilen "cevap"lar (?) ile dolup taşmaya başlar. Uyumak için bütün o
soruları cevaplamaya çalışırsınız. Fakat her cevap sizi daha derin başka
bir soruya doğru yöneltir. O gününüzü düşünürsünüz, o haftanızı, o
ayınzı, en sonunda bütün hayatınızı. Hatta ölümünüze kadar herşeyi
sırayla düşünürsünüz. Sonra boşlukları doldurmak için ve hala
cevaplayamadığınız soruları yanıtlayabilmek için, bir yerlerdeki o küçük
ipuçlarını yakalayabilmek için herhangi bir yere geri dönersiniz. Sonra
oradan başka bir yere ve oradan da bambaşka bir yere. O kadar çok
zıplarsınız ki en sonunda beyninizin içinde, doğum ve ölüm arasında bir
yerlerde kaybolursunuz. Size garanti ederim ki işte tam da o
kaybolduğunuz nokta her zaman soğuk ve karanlıktır! Yapayalnızsınızdır
beyninizin içinde. O an hiç kimse ve hiçbir şey size yardım edemez. Tam
da kızgın bir savaşın ortasında bir anda çevredeki bütün askerler yok
olmuştur o anda. Gecenin bir yarısı göz alabildiğince dört yana uzanan o
devasa savaş meydanında tek başınıza kalmışsınızdır. Yerlere
bakınırsınız, önce bir kaç işe yaramaz silah parçasını, sonra da çoktan
ölmüş dost ve düşman askerlerini görürsünüz. Hiçbiri artık sizinle
konuşamazlar. Hiçbiri önünüze çıkamaz artık. Bir düşmanın ölü
gözlerinden içeri bakarsınız, size tepki veremez... İstersiniz ki
ayaklansın sizinle boğuşmaya başlasın; olmaz o ömüştür artık. Sizinle
boğuşsun, sizi yenmeye and içsin istersiniz çünkü bir düşman yaşamak
için, güçlü olmak için ne de güzel bir sebeptir. Hayır, o savaş
meydanında artık yapayalnızsınızdır. Yataktan kalkarsınız, evin içinde
bir şeyler ararsınız boşuna. Dolabı açarsınız, yere oturursunuz...
İçinizdeki o boşluğu o an doldurmak için masalardan, sandalyelerden
yardım dilenirsiniz. İşte o anlarda bu lanet mobilyalar hep çok
kibirlidir. Size dönüp bakmazlar bile. Sanki sizi bütün o evden
soyutlarlar, kendi evlerinde bir yabancıymışsınız gibi bakarlar size.
Yalnızlığı kalbinizde iyice hissetmeye başlarsınız. O güzelim sımsıcak
uykunun düşüncesi çoktan beyninizden uçup gitmiştir. Kanepeye çöker
aptal gibi kapalı televizyona bakarsınız. Görmek istediklerinizi görmeye
çalışırsınız boş ekranda. Ne görmek istediğinizi düşünemezsiniz,
düşünseniz de karar veremezsiniz çünkü hiçbir şey, hiçbir zaman
gerçekten sizin istediğiniz gibi olmaz. Bunu çok sorgulamaya gerek yok
ki! Hiçbir şey hiçbir zaman hiç kimsenin istediği gibi olmaz. Bu
"hiçkimse fenomeni" o kadar iyi kurgulanmıştır ki saat gibi tıkır tıkır
işler. Bu yüzden kaygılanmaya gerek yoktur. Hiçbir şey tam da
istediğiniz gibi olmaz, olamaz. Bunları düşünürken gözlerinizi
ovuşturur, ağırlaşan kafanızı kanepenin üst kısmına yaslarsınız.
Biyolojik sınırlarınız sizi bütün yalnızlığınızdan, hem de size hiç
haber bile vermeden kurtarmıştır. En son ne düşündüğünüzü hatırlayamadan
uyur gidersiniz. Zaten uyku da bunun için değil mi: İnsan düşünürken
acı içerisinde ölüp gitmesin diye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder