5 Ağustos 2012 Pazar


Kör Bir Dilenci (Teoman'a da itafen olabilir bilmiyorum)

Bir zamanlar, krallığın birinde dünyadaki bütün nimetlerden yararlanan, dünyanın en zengin ve güçlü insanlarından biri yaşarmış. O kadar zenginmiş ki, istediği her şeye anında ulaşabilir, her istediği kişiye her iyiliği ve kötülüğü yapabilir, ülkeyi parmağının ucunda yönetebilirmiş, buna rağmen halk bunun farkına bile varamazmış. Oysa adamın canı artık çok sıkılmışmış her şeyi anında elde edebilmekten. Yeni zevkler, yeni güzellikler bulmak istiyor, herkes tarafından dünyanın en mutlu insanı olarak bilinmeyi düşlüyor, fakat aklına hiçbir şey gelmiyormuş. Adam, yeni güzellikleri ve zevkleri koca bir iştahla aramaya, yeni bulduğu fikri hızlıca tüketmeye ve yeniden fikir aramaya kaptırmış kendini bu sefer de.
 Bir gün ülkesinde bir adam,ona dünyanın öbür ucundaki bir ejderhadan bahsetmiş. Ejderhanın sihirli gözleri sayesinde insan, diğer insanların gerçekten en çok sahip olmak istedikleri şeyleri anında görebilir, insanların zevklerine ve isteklerine dair en büyük sırları hiçe sayıp öğrenebilirmiş. Zengin adam bunu duyduğunda, hemen ejderhanın gözlerini almanın ne kadar tatmin edici olacağını düşünmüş, böylelikle insanların ona söylemedikleri gizli en güzel ve zevkli şeyleri anında elde edebilir, dünya üzerindeki en mutlu insan o olabilirmiş. Yanında para ile tuttuğu bir ordu ile dünyanın öbür ucuna seyahat etmiş ejderhayı avlamaya. Sonunda ejderhanın mağarasının önüne geldiğinde adam çok heyecanlıymış, hem “sonunda dünyadaki en özel şey benim olacak” diye, hem de “herkesin en istediği şeyler benim olacak” diye düşünüp seviniyormuş. Kocaman ordunun gürültüsünden, ejderha uyanıp mağarasından yavaş adımlarla çıkmış. Gözleri çapaklı, hafif uyku sersemi ejderha mağaradan çıkınca, güneş ışığı ile kamaşan gözlerini ovuşturarak, sağ gözünü hafifçe açmaya çalışarak adama bakmış. “Buyur birine mi bakmıştın?” demiş ejderha. Karşısındaki heybetli ejderhanın bu insansı zaafları zengin adama daha da güç vermiş. “Seni avlamak için buradayım” demiş, “Seni avlamak ve herkesin en çok ne istediğini gösteren gözlerini, gözlerime takmak için”. Ejderha önce adama sonra paralı askerlere bakmış, bir yandan “Bu gözleri alıp ne yapacaksın ki, herkesin ne istediğini bilirsen, ya çok iyi bir insan olup herkesin her istediğini yapmaya çalışarak kendini harap edeceksin ya da çok kötü bir insan olup, herkesin hayallerini yıkıp, vicdan azabından öleceksin. İnsan hiçbir zaman ne mükemmel derecede iyi, ne de tamamen kötü olabilir. Sen bile olamazsın, ben bile olamam.” derken bir yandan da gözlerini ovalamaya devam etmiş. Oysa zengin adamın tek istediği o bencil iştahını doyurmakmış, insanların mutlu veya mutsuz olması umurunda değilmiş. Ejderha tam gözlerini elleri ile kapattığı sırada, adam askerlere saldırmalarını emretmiş. Askerler bir anda ejderhanın üzerine saldırmaya başlamışlar. Ejderha askerlerin bir çoğunu etkisiz hale getirdiyse de sonunda yakalanmış ve bağlanmış. Adam ejderhaya dönmüş, elindeki bıçağı göstererek “şimdi gözlerini alacağım” demiş. Ejderha ise can havli ile, “Gözlerimi al fakat lütfen beni öldürme. Gözlerimi alsan bile yüz yıl sonra başka özelliklere sahip yeni gözler çıkacak o göz çukurlarından” demiş. “Sana yenilmek zaten kocaman yüzyılı gözsüz geçirmem anlamına gelecek, bir de beni öldürüp bu kötülüğü yapma.” diye yalvarmış. Adam yüz yıl sonra çıkacak yepyeni özelliklere sahip gözleri ve o gözleri ejderhadan alacak kişiyi o kadar kıskanmış o kadar kıskanmış ki, bunun olmasına izin veremeyeceğini anlamış. Ejderhayı oracıkta öldürmüş ve hemen kendi gözlerini çıkarıp, ejderhanın gözlerini kendi göz çukurlarına yerleştirmiş. Yepyeni gözleri ile ölmek üzere olan ejderhaya baktığında ise silinmekte olan o yazıyı görmüş. Ejderhanın kafasının üstündeki silinmekte olan yazıda “bu lanet gözlerden kurtulmak” yazıyormuş. 
         
 Ülkesine dönen zengin adam çok mutluymuş. Bir gün çarşıda gördüğü bir adamın en çok istediği arabayı alıyor, bir gün kralın aşık olduğu ama daha açılamadığı kadınla allem edip kallem edip yatıyor, bir gün küçük bir çocuğun en sevdiği böreği, çocuğun annesine para verip, yaptırıp yiyormuş. Zevkler çok çeşitliymiş. Kimi, beğenisinde çok güzel tadlar bırakıyor, kimi ise çok yavan hatta bazen çok kötü çıkabiliyormuş. Zengin adam ucu bucağı bitmeyen istekleri yaşamak için oradan oraya koşturuyormuş ama bu bile yeterli değilmiş çünkü ne zaman bir başkasının isteğini yerine getirip, onun isteğini yerine getirmesini engellese, o insan bir bocalamadan sonra yeni isteklere yelken açıyormuş. Dünyanın en mutlu insanıymış kendine göre zengin adam ama dünyanın en meşgul ve en çok para harcayan insanıymış da. Bu meşguliyet ve para harcama adamı hem yormuş, yaşlandırmış hem de fakirleştirmiş. Sonunda bir gün parası bir isteğini gerçekleştirmeye yetmemiş. O an yolun ortasına durmuş, derin bir soluk almış, içindeki muhteşem mutluluğu hissetmeye çalışmış, oysa ki içinde küçük bir mutluluk bile yokmuş. Başka insanların beğenileri ve istekleri o kadar gözlerinin önündeymiş ki, bu koşturmacanın içinde yaşlanırken kendi isteklerini unutup hep başkalarının isteklerini yerine getirmiş. Evet, o adamın beğendiği arabaya, o adamdan önce sahip olmuş, o kadınla kraldan önce sevişmiş, o böreği çocuğun hayatında yiyemeyeceği kadar çok yemiş ama artık kendinin hangi arabayı beğendiği bilmiyormuş, kendi aşık olacağı kadınla hiç tanışmamışmış ve annesinin o güzelim böreğinin tadını hatırlamıyormuş bile. İçini kocaman bir hüzün kaplamış. Hayatı yaşayamadığını fark etmiş ve o anda hem kendi için hem de hayatını aldığı ejderha için ağlamaya başlamış. Ağlarken o kadar sinirlenmiş ki, ejderhadan aldığı gözleri yuvalarından çıkarıp yere atmış ve üzerilerine basıp onları yok etmiş. Artık parasız pulsuz, kör bir dilenciymiş adam. Fakat yine de kendinin kim olduğunu biliyormuş. Köşeye gitmiş, yere çömelmiş ve bu hale gelmeyi bir ceza değil, bir lütuf olarak görmeye başlamış. Artık en azından dünyadaki bütün mutlulukları yaşamaya çalışmanın ne olduğunu biliyormuş. Dünyadaki bütün mutlulukları yaşamaya çalışmak kör bir dilenci olmakmış. Herkesten mutluluk ve zevk dilenen, ama gerçeği hiçbir zaman göremeyen bir dilenci olmak.   
 Başka Bir Deneme Daha / Bu da Adsız

Gecenin bir yarısı, içinizdeki o küçük çocuk sizi uyutmaz. Size sorular sormaya başlar ve bir anda beyniniz "neden?"ler ve bu "neden?"lere verilen "cevap"lar (?) ile dolup taşmaya başlar. Uyumak için bütün o soruları cevaplamaya çalışırsınız. Fakat her cevap sizi daha derin başka bir soruya doğru yöneltir. O gününüzü düşünürsünüz, o haftanızı, o ayınzı, en sonunda bütün hayatınızı. Hatta ölümünüze kadar herşeyi sırayla düşünürsünüz. Sonra boşlukları doldurmak için ve hala cevaplayamadığınız soruları yanıtlayabilmek için, bir yerlerdeki o küçük ipuçlarını yakalayabilmek için herhangi bir yere geri dönersiniz. Sonra oradan başka bir yere ve oradan da bambaşka bir yere. O kadar çok zıplarsınız ki en sonunda beyninizin içinde, doğum ve ölüm arasında bir yerlerde kaybolursunuz. Size garanti ederim ki işte tam da o kaybolduğunuz nokta her zaman soğuk ve karanlıktır! Yapayalnızsınızdır beyninizin içinde. O an hiç kimse ve hiçbir şey size yardım edemez. Tam da kızgın bir savaşın ortasında bir anda çevredeki bütün askerler yok olmuştur o anda. Gecenin bir yarısı göz alabildiğince dört yana uzanan o devasa savaş meydanında tek başınıza kalmışsınızdır. Yerlere bakınırsınız, önce bir kaç işe yaramaz silah parçasını, sonra da çoktan ölmüş dost ve düşman askerlerini görürsünüz. Hiçbiri artık sizinle konuşamazlar. Hiçbiri önünüze çıkamaz artık. Bir düşmanın ölü gözlerinden içeri bakarsınız, size tepki veremez... İstersiniz ki ayaklansın sizinle boğuşmaya başlasın; olmaz o ömüştür artık. Sizinle boğuşsun, sizi yenmeye and içsin istersiniz çünkü bir düşman yaşamak için, güçlü olmak için ne de güzel bir sebeptir. Hayır, o savaş meydanında artık yapayalnızsınızdır. Yataktan kalkarsınız, evin içinde bir şeyler ararsınız boşuna. Dolabı açarsınız, yere oturursunuz... İçinizdeki o boşluğu o an doldurmak için masalardan, sandalyelerden yardım dilenirsiniz. İşte o anlarda bu lanet mobilyalar hep çok kibirlidir. Size dönüp bakmazlar bile. Sanki sizi bütün o evden soyutlarlar, kendi evlerinde bir yabancıymışsınız gibi bakarlar size. Yalnızlığı kalbinizde iyice hissetmeye başlarsınız. O güzelim sımsıcak uykunun düşüncesi çoktan beyninizden uçup gitmiştir. Kanepeye çöker aptal gibi kapalı televizyona bakarsınız. Görmek istediklerinizi görmeye çalışırsınız boş ekranda. Ne görmek istediğinizi düşünemezsiniz, düşünseniz de karar veremezsiniz çünkü hiçbir şey, hiçbir zaman gerçekten sizin istediğiniz gibi olmaz. Bunu çok sorgulamaya gerek yok ki! Hiçbir şey hiçbir zaman hiç kimsenin istediği gibi olmaz. Bu "hiçkimse fenomeni" o kadar iyi kurgulanmıştır ki saat gibi tıkır tıkır işler. Bu yüzden kaygılanmaya gerek yoktur. Hiçbir şey tam da istediğiniz gibi olmaz, olamaz. Bunları düşünürken gözlerinizi ovuşturur, ağırlaşan kafanızı kanepenin üst kısmına yaslarsınız. Biyolojik sınırlarınız sizi bütün yalnızlığınızdan, hem de size hiç haber bile vermeden kurtarmıştır. En son ne düşündüğünüzü hatırlayamadan uyur gidersiniz. Zaten uyku da bunun için değil mi: İnsan düşünürken acı içerisinde ölüp gitmesin diye?
Eski Bir Yazım / Başlığı Yok

Bugün, kafamı yeterince bulandıracak herşeyi içinde bulunduruyordu. Zaman ile ilgili bir film, insanın kendini algılayamamasıyla ilgili bir yazı ve belki şimdi ayırt edemediğim başka şeyler. Bir sürü tutarsızlık yanyana sokuşmuş oturuyorlar içimde.

Bedenimi dışladım şu anda, zamanı dışladım, kendi yaşamımı başkalarını... herşeyi dışladım. Yok oldum 4 boyut içerisinde. Sanki kendini anlatmaktan aciz bir duyguyum o gerçek dünyanın içinde. Ne gerçek olabiliyorum ne de gerçekten kopabiliyorum. Dışarıdan bakıyorum vücuduma ve görüyorum ki zaten hiçbir zaman içeriden bakmamışım ki! Ben aslında kendi beynimde yokmuşum. Kendimi hiçbir zaman hissetmemişim. Kendimi değiştirmeye çalışmıyorum, sadece kendim olmaya çalışıyorum fakat bazen sanki herşey kontrolümden çıkmış gibi bütün vücudum, dilim, ellerim arkamdan işler çevirmeye başlıyorlar. Başkaları oluyorum, onlarla konuşuyorum. Bakıyorum, bazen bir ana gibi kendi vücudumu kucağıma alıp ona öğütler vermeye çalışıyorum, bazen ise kızgın bir patron oluyorum! Sözü dinlenmeyen, istekleri ile alay edilen bir patron! Kendi kendimi kendi hayatımdan kovamıyorum. Zamandan da korkar oldum üstelik. Zamanı hissedeemek ürkütürken bir anda kendimi bile hissedemediğimi hissettim zaten. Hayatı mı kendimden dışladım yoksa kendimi mi hayattan dışladım anlayamıyorum afallayıp olduğum yerde kalıyorum. Peki ben neredeyim?
Vücudum burada fakat ben vücudumdan soyutladım kendimi. Zamanda ise ne ileri ne geri hareket edemiyorum. Sadece bir minicik saniye için dünyanın en büyük soğuğunu hissettiğinizi sonra sıcak evinize, huzurlu vücudunuza geri döndüğünüzü düşünün. İşte o minicik saniye içine hapsolmuş gibi hissediyorum. Bir adım ilerisi huzur, bir adım gerisi de huzurdu fakat ben neredeyim şimdi. Adım atmaktan aciz bir şekilde benden kopup gitmiş vücudumu arıyorum.

Kendim olmaya çalışmaktan vazgeçiyorum ki, zaten ben kimdim ya da neydim ki? Kendimi boşveriyorum! ve işte o an sanki kendime geliyorum. Acıktığımı hissediyorum, susadığımı hissediyorum, çişim geldiğini hissediyorum. Evet! zamana, vücuduma ve o hiçbir zaman tam anlamıyla benim olmayan hayatıma geri döndüm çünkü dönecek başka hiçbir yerim yok! Zaten bilmiyorum ki geri kalanını! Daha önce hiç görmedim, görmeyi denemeyi bile düşünemedim. Görmeyi denemeyi düşünmeyi düşünebiliyorum ancak.
Peki! Tamam! İşte buradayım. Herşey görece daha berrak sanki. Maskelerim ve perdelerim ile geri döndüm basit hayata. Tamam! Bitti mi?

... bitti